Elini uzatıp gözlüğü masadan aldı. Burnun üzerine yerleştirdikten sonra etrafına baktı. Yatağın diğer tarafındaki bedene doğru kayarak sarıldı ve kadının omuzunu öptü. Bir süre sevdiğinin kokusuyla boğulmak için bekledi. Çok geçmeden kadın gerinerek uyandı ve adama baktı. Adam başını kaldırdı “Günaydın” dedi gülümseyerek. Kadın esneyerek başını yukarı aşağı salladı ve yataktan çıkarak tuvalete gitti.
Adam, kadının arkasından baktıktan sonra, yataktan çıktı. Terliklerini ayağına geçirdi ve çalışma masasına doğru ilerledi. Bilgisayarın güç tuşuna bastı, açılmasını beklemeden mutfağa yönelerek ısıtıcıya su doldurup kaynatmaya başladı. Bir yandan dolaptan fincan ve çay çıkarıyor, bir yandan da bugün yapacaklarına karar vermeye çalışıyordu.
İki fincanın içerisine birer poşet çay ve sıcak su doldurduktan sonra elinde fincanlarla içeriye gitti. Kadın tuvaletten çıkmış, yatağa uzanmış telefonuyla ilgileniyordu. Elindeki fincanları kaldırarak kadına gösterdi ve birini masaya bıraktı. Televizyonu açtı, sesini sonuna kadar kıstı. Çalışma masasına oturarak e-postalarını kontrol etmeye, haberlere bakmaya başladı. Uzunca bir süre sessizce kendi işleri ile ilgilendiler. Bir noktada adam müzik çaları çalıştırdı ve buğulu bir ses şarkı söylemeye başladı;
I lost myself on a cool damp night
Gave myself in that misty light
Was hypnotized by a strange delight
Under a lilac tree
Kadın bir an başını kaldırarak adama baktı. Adam göz göze gelme umuduyla başını çevirdi ama kadın tekrar telefonuna gömülmüştü bile. Kadın ayağa kalkıp salona geldi, masadan çay fincanını alarak kanepeye uzandı. Adam kadını görebilmek için bilgisayar ekranını bir kaç santim sağa kaydırdı. Boğazını temizleyerek “Film izlemek ister misin?” diye sordu yüksek sesle. Kadın başını hareket ettirmeden kaşlarını kaldırdı ve “Sabah sabah?” dedi. Adam buna ne cevap vermesi gerektiğini bilemedi. Cevap vermeli miydi onu bile bilmiyordu işin aslı. Bir film izlemek için günün belirli saatlerini mi beklemek gerekiyordu? O sadece oynat tuşuna basmanın yeterli olduğunu zannediyordu. Şarkı bitti ve bir sonraki başladı;
Standing on the gallows with my head in a noose
Any minute now I’m expecting all hell to break loose
People are crazy and times are strange
I’m locked in tight, I’m out of range
I used to care, but things have changed
Saat öğlene geliyordu. Kadın ayağa kalkarak gerindi. “Ne yapalım bugün?” diye sordu. Adam şaşkınlıkla baktı kadına, zaten bir öneride bulunmuştu. “Evde baş başa vakit geçiririz diye düşünüyordum.” dedi kadına. Kadın yüzünü ekşiterek “Onu hep yapıyoruz. Dışarı çıkalım, gezelim biraz, karşıya geçelim kahve içelim.” dedi. Adam başını yana eğdi, kahve içmek için bir buçuk saat araba kullanmak mantıklı gelmiyordu. “Alt sokaktaki kahveciye gidelim?” diye önerdi. Kadın iç geçirerek “Daha iki gün önce oradaydık, sürekli aynı yerlere gitmek istemiyorum biraz değişik bir şeyler yapalım.” dedi. Adam gülümsedi “Bu tartışmayı yapmadan bir yere gitmeye karar verirsek değişik bir şey yapmış oluruz.” dedi.
“Ha ben sürekli sorun çıkarıyorum yani?” dedi kadın ellerini havaya fırlatarak. Adam cevap vermeye fırsat bulamadan, “Çok sıkıcısın tek derdin bilgisayar başında oturmak” diye ekledi. Adam cevap vermek için ağzını açtı fakat kadın, “Ne olur yani Sirkeciye falan gitsek dolaşsak biraz?” dedi yumrukları belinde. “Bir şey olmaz. Ama benim derdim de bu işte, bir şey olmaması. Ne fark edecek? Parise gitmiyoruz ya sonuçta? Boğazın karşı yakasının, bu yakasından, hatta bu sokaktan farkı ne?” diyebildi sonunda adam.
Kadın küçük bir çığlık atarak yerine zıpladı. “Nasıl farkı ne ya? Nasıl farkı ne? Farklı bir yer, her zaman gitmediğimiz bir yer. Ama sen anca bilgisayarın başında otur sigara iç bütün gün kapalı yaşa böyle.” Adam sessiz kaldı. “Ben eve gidiyorum. Sen ne yaparsan yap.” dedi kadın ve üstünü değiştirmeye başladı. Adam ayağı kalktı. Elleri cebinde kadının yanına gitti ve “Ben bırakırım seni, taksiyle falan uğraşma şimdi.” dedi. Kadının bakışları adamın kafatasını delip geçecekmiş gibi görünüyordu. “İyi” dedi kadın giyinmeyi bitirmişti. Çantasını alarak kapıyı hızlıca açtı evden çıktı.
Adam iç geçirerek başını iki yana salladı. Çoğu zaman ne yapacağını bilmiyordu. Herkes gibi yaşamadığın, herkes gibi düşünmediğinin farkındaydı. Ama kadınla olan ilişkisinin onu biraz daha “normalleştireceğini” düşünmüştü. Son zamanlar bu düşünceye kuşkuyla yaklaşıyordu. Evde oturup film izlemenin neden bu kadar kötü olduğunu anlamıyordu. Dolabı açtı. Ceketini alırken, dolabın içinde akşam yakmayı planladığı mumları ve açmayı düşündüğü şarabı görerek başını iki yana salladı.
“Anlamıyorum.” diye mırıldandı evden çıkarken. Şarkı bitmişti ve bir sonraki başlamıştı;
You built my hopes so high then ya let me down… so low
Don’tcha realize sweet baby?
Woman I don’t know… which way to go
Woman I can’t quit you babe
I think I’m gonna put you down for a while