Yokluk

“Peki o zaman ne olacak?” diye sordu karşısında ki merakla. Vereceği cevabı biliyordu, ama karşısında ki genç adam gene de öğrenmek istiyordu. “Hiçbir şey.” diye cevapladı sakallı bilge. Şaşırmıştı genç adam. Beklediği gibi gelmemişti demek ki cevap. “Nasıl yani?” dedi daha gerçekçi merakla. Heyecanlanmıştı artık. Sonunda diğer günlerden farklı bir konuşma yapacaklarını sezmiş olmalıydı. Zeki çocuk.
Sakallı bilge piposunu dişlerinin arasından tüttürken bir yandan da sallanan sandalyesini ileri geri sallıyor, ritmik gıcırtılara neden oluyordu. Kahverengi iskeleti ve deri kaplı minderi olan bu sandalye epey eskiydi. Adamın kendiside eskiydi. Yaşça pek değil belki. Ama bilgeydi. Kadim bir his yayıyordu etrafına. Sanki her şeyi görmüş, her şeyi bir kenara not almış gibiydi. Palanthas Kütüphanesi’nin baş kütüphanecisi Astinus gibi.
Terasta oturuyorlardı. Genç adam yerde bir minderin üzerinde bağdaş kurmuş şarap içiyordu. Fularından  tutunda, sürekli yanında taşıdığı “Felsefe Tarihi” adlı kitabına kadar her şeyiyle tam bir entelektüeldi. Sakallı bilge ise tam aksine rahatça bir bacağını diğerinin üzerine doksan derece açı oluşturacak şekilde atmış, bir elinde piposu, diğer elinde ise birasıyla yıldızlara bakıyordu. Doğaldı onun bilgeliği. Saf insanlık kaynağının kendisinden geliyordu sanki. Dünyadan değil hayır. İnsanlığından gelen bir bilgelik. Zekasından kaynaklanan, doğuştan bir yetenek.

 

Yıldızlardan gözünü ayırarak gence baktı en sonunda. “Dediğim gibi; hiçbir şey. Ölünce hiçlik bile olmayacak evlat. Bunu tahayyül etmen biraz zor. Çünkü yokluğu hiç deneyimlemedin. Şu ana kadar etrafında olan herşey vardı. Bu yüzden yokluğun ne olduğunu çoğu kişi anlayamaz. Anlayabilseler bile anlamak istemezler. Çünkü korkarlar. Bundan sonra yokluğun olabileceği düşüncesi aslında insanları inanca iten şeydir. Böylesi kolay gelir onlara. Ne derler bilirsin; Cahillik, mutluluktur.” diye konuştu ve piposunu tüttürmeye devam etti.

Yorum bırakın